Atatürk, Türk gençliğinden ne anladığını şöyle tarif etti:
-Türk genci, inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve inkılapları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük kıpırtı ve bir hareket duydu mu: bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır... demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla... nesi varsa onunla, kendi eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç < Polis henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir > diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir... Yine düşünecek: < demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım!... >
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşaya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki: < Ben, inanç ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimden haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!... >
Atatürk, gözlerini sofradakilerin yüzlerinde dolaştırdı:
-İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği... dedi.